(Özel Haber: Mesut Şahin)
Arapların El-Hatun, Taçsız Kraliçe, Çöl Kraliçesi, Müminlerin Annesi gibi tanımlarla andığı, Türklerin, Çöl Tilkisi, Çöl Cadısı isimleriyle andığı, pasta böler gibi ülke bölen kadın olarak da bilinen İngiliz tarihçi ve İngiliz ajanı Gertrude Margaret Bell, 1897-1907 yılları arasında iki kez dünya turuna çıkar ve bu turlarında hem Anadolu coğrafyasını hem Arap coğrafyasını çok iyi bir şekilde kaydeder (İngilizler, 1. Dünya Savaşında Bell’in coğrafi notlarından ve arap aşiretleri ile olan iyi ilişkilerinden faydalanarak askeri zaferler elde eder)
Gertrude Bell, nişanlısının Çanakkale Savaşında öldürülmesinden sonra Osmanlı’ya karşı büyük bir kin besler ve İngilizlerin de teklifi ile Osmanlı’ya karşı Arapları kışkırtmak üzere ajan olarak çalışmaya başlar. (Dünya seyahatlerinde Arap aşiretleri ile olan iyi ilişkileri işlerini kolaylaştırmıştı)
Irak devletinin bugün yaşadığı en büyük siyasal krizlerde dahi, yaşadığı dönemlerdeki siyasi manevralarının etkisi olan Bell, Irak devlet başkanlarından Faysal’ın da en yakın dostu ve Irak devlet yönetiminde Faysal’dan sonra etkili olan ikinci isim olduğu için “Irak’ın Taçsız Kraliçesi” unvanı ile anılmıştı.
-Bell’in Karacadağ ve Karapınar Gezileri ile Notları-
İngiliz ajan Gertrude Bell, Anadolu ziyaretleri kapsamında Karaman’da bulunan Karadağ, Karapınar ilçesi ile Karacadağ’da da gezilerde bulunmuştu. Anadolu’da gezilerini ve ziyaretlerini annesi ve babasına mektuplarla anlatan Bell’in günlükleri Türkçe’ye çevrildi.
Bell’in günlüklerinde Karapınar ve Karacadağ ile ilgili bölümleri Ereğli Ajans okuyucuları için derledik:
-(30 Haziran 1907 Tarihinde Karadağ’dan Çıktıktan Sonra Hotamış’a Gelişi İle İlgili Annesi Dame Florence Bell’e Yazdığı mektuptan): “Tepeden (Binbir Kilise) aşağı doğru indik. Düzlüğe indiğimizde Fattuh’un (Bell’in Ermeni yardımcısı Fattuh) Larende2den kiraladığı at arabalarını ve içinde paketlerimizi bulduk. Amansız büyük bir tuz gölünün yanından geçtik ve Ramsey’in, önünde 3 Hitit yazıtı bulduğu hisarın olduğu dağın etrafında döndük. Şimdi önümüzde büyük Konya ovası görünüyor”
-“… Hotamış’tan 3 saatlik bir yolculukla Karacadağın ayaklarının altında yatan küçük bir kasaba olan Karapınar’a gittik. Burada, uzun zamandır görmediğimiz, pazarda bulduğumuz bir miktar kayısı kurusunu ve vişne suyunu iştahla yedik. Daha sonra Sultan Selim tarafından yaptırılan camiyi görmeye gittim. Şehri daha geniş görmek için bazı eski değirmenlerin olduğu bir tepeye çıktım”
-…”Burada deve bulunur mu’ diye sordum. ‘Çokça bulunur’ dediler. Kaymakam ve etrafındakiler geldiler ve ben onlara, at arabasındaki valizlerimle Salur’a gitmek istediğimi söyledim. Kahvemi içtikten sonra etrafımdakiler, Salurdakilerin hepsinin yaylaya gittiklerini, orada kimseyi bulamayacağımı söylediler. Develer çok iyi gitti ve İkikuyu’ya saat 5:30’da vardık. Burası Salur’un yaylasıydı. Bütün Salur halkı buradaydı. Burası, çorak bir tepenin yüzüydü.
(1 Temmuz 1907 Tarihli Mektubundan)
-…”Bu seferki Karacadağ gezisinin tam bir macera olduğunu anlatmalıyım. Kimse burayı henüz keşfetmedi. W. Ramsey’in öğrencisi olan bir adam sadece bu yere uçan bir gezi düzenlemişti. Bugün bana rehberlik etmek için neşeli bir çingene geldi. Beni, dağın en batı ucuna götürdü. Burada yüksek gaga şeklinde bir kayanın bulunduğu yerde Bizans döneminden bir kale buldu. Burada kamp yaptık. Dağın tüm üst yüzeyi tamamen terk edilmişti. Burası bodur meşelerle kaplıydı ve bol bol su kaynağı vardı. Kraterin üstünde bir yörük çadırı duruyordu. (Krater olarak bahsettiği yer, tarih kitaplarında “Büyük Krater” olarak adlandırılan Ocavık’tır)
(3 Temmuz 1907 Tarihli Mektubundan)
-…”Şimdi, adı Mennek olan ilk tepedeydik. Burada tek bir taştan işlenmiş gevşek bir hisar vardı. Burasının, Bizans dönemine ait olmasının dışında herhangi bir önemi yoktu. Kilikya kapılarından gelen yolun yukarıdan izlendiği hatlardan birisi olmalıydı. Buradan birkaç mil uzaklıkta tamamen terk edilmiş bir kasaba buldum. Burada yaptığım araştırmada 3 adet kilise seçip bulmayı başarabildim. Buradaki kiliselerin, Karadağ’dakilerden daha eski olduğunu düşünüyordum ve burasının bir tapınak merkezi olduğu şüphelerim iyice artıyordu.
Buradan inerek aşağıya, düzlükte bulunan mağaralara indim. Bu mağaralardan birisinde bol bol insan ve yarasa ölüleri vardı. Tepenin ayağındaki köyde 3 adet yazıt buldum. Buradaki tüm eski köyler Hıristiyan köyü. Ama buradaki yapıların taşları, Sultaniye’ye evler inşa etmek için götürülmüş.
(5 Temmuz 1907 Tarihli Mektubundan)
-…”Kavurucu sıcakta, bulunduğumuz yerin tam zıttındaki kurak tepede bir kalıntı daha gördüm. Harabede önemli bir şey yoktu. Harabeden sonra tekrar çadırlarımıza döndük. Çadırın bulunduğu alan, üzerinde hiçbirşey büyümeyen çekirdeksiz bir araziydi. Fakat çöp gibi cılız bitkiler, aşırı lezzetli aromada kokuyordu. Bunlar yavşandı. Karapınar’dan kiraladığımız deveciler, bizi daha fazla götüremeyeceklerini söyleseler de, Hasan Dağı’na kadar götürmeleri için ikna ettik”